Leyla ile Mecnun'u Anlamak | Dumlupınar Üniversitesi / Sosyoloji


Leyla ile Mecnun’un televizyonda gösterilen pek çok dizinin aksine, bir derdi var: Onların derdi, hayatın ta kendisidir. Hayata tutunmaya çalışan insanların sesidir.
Mahalle aralarında topların oynandığı, tüketmeden de eğlenebilinen, mutlulukların saf ve temiz, sokakların ve insanların güvenilir, birlikteliğin ödev olduğu bir dünyadan sesleniyor o insanlar… Türlü türlü karakterleriyle, birlikte yaşamanın ne olduğuna ayna tutan, eskinin mahalle kültürünü hatırlatan, modern şehirleşmeye karşı, önemli bir direnç noktasını, her bölümünde yeniden inşa eden kimlikler onlar. Günümüzdeki sorunların belkemiğini oluşturan, tüketim ve din eksenli kodları bir yana bırakmış, insan olmanın vasıflarını ortaya koyan önemli bir dizi. Hayata dair pek çok sorunun, birliktelikle aşılabileceğini gösteren, dil, din, ırk, mezhep seçmeden veya herhangi bir referans noktası aramadan, “biz” olmanın aşılandığı, sıcak bir yuva. Televizyonda dönen hırs, şehvet, entrika vb. konulu dizilere karşı, inadına dayanışmanın, güvenin, samimiyetin hatırlatıldığı, bu yüzden de izlenmeyi fazlasıyla hak eden dizi.
Peki, kimler var bu mahallede?
Hırslı, kıskanç, bencil, kendi deyimiyle ekmek parasının derdinde olan Erdal Bakkal. “Büyük alışveriş merkezlerine inat, bakkal mahallenin kalbidir” diyen kişi. Para için nelerin yapılabileceğini gösteren, günümüzün arada kalmış insanını temsil eder. Günün şartlarına uyum sağlayabilmek için, sattığı döner-ekmek, para ekonomisinin bakkalı dahi sarstığını gösterir. Büyük alışveriş merkezleri, kendi ekmek parasına ket vurmasa, belki de o kadar hırslı ve kıskanç olmayacaktı.
Hırsız Yavuz, nam-ı değer performans sanatçısı. İsminin başındaki hırsız kelimesine aldanmayın, hırsızlık onun hobisi, gerçekte performans sanatçısıdır kendisi. Hem de öyle böyle değil! Aşk insanıdır, elindeki gitarla o yol senin, bu yol benim dolanır. İşleri eline yüzüne bulaştırmasıyla bilinir. Ama her şeyden önce, çalmanın değil, ihtiyaçlarını gidermenin derdindedir. Pek çok hırsız gibi, hayattan ve toplumun içinden tecrit edilmiştir, buna rağmen, bu kavramlara yabancılaşmamıştır.
İşsiz ve saf, İsmail abimiz… Geçmişine rağmen hayata sımsıkı sarılmış, suratlarda bıraktığı tebessümlerle hüzünlerini saklayan, temiz ve iyi kalpli bir hayat yolcusu. Hayata tutunabileceği tek dalı vardır, o da mahalle kültürünün ona sağladığı dayanışma ortamı. Üzerine giydiği renkli takım elbiseler, onun kamuflajıdır. Yalandan, hileden anlamaz, her şeyi “laaaapsss” diye söyler. Yaşanılan dünyanın antitezidir kendisi. O her konuştuğunda olmayan bir dünyadan bahis açar, hayranlıkla dinleriz onu.
İşsiz ve haylaz, Mecnun. Beceriksizdir, haytadır, sorumsuzdur, babasının zıddıdır. Onu hayata bağlayan şey, Leyla’dır. Leyla olmadan Mecnun’un varlığından söz etmek mümkün değil. Hayattaki yapıcı gücün sevgiden ibaret olduğunu gösteren, çok seven ama sevdiği ölçüde de kaybeden kişi. Sevgi ve dayanışmanın tükendiği bir dünyada, ne kadar amaçsız ve boş bir hayatın yaşanabileceğini, hepimizin birer Mecnun’a dönme olasılığımızı yüzümüze vurur. Dizide yaşanılan dünyayla bağlantısı olan tek karakterdir.
İskender baba… Mecnun’un babası. Hayatı vurdurmakla geçmiştir ömrü. Mahallenin her bakımdan babasıdır, danışılan, kapısı çalınandır. Hayattan yediği tokatlara rağmen, onla barışık olma yolunu seçmiş, darılmış ama küsmemiş, cana yakın, kralcı olmadığı için kral olmuş kişidir.
Bu kadar farklı kişiliklere sahip karakterlerin tek bir ortak yönü vardır: Yaşamdan tecrit edilmiş olmaları. Çünkü hayat, bu kadar saf ve iyi insanları bir arada yaşatamayacak kadar kötüdür. Sistemin ürettiği ideolojiye direnç gösteren bu karakterler, hayatın gerçekte nasıl yaşanması gerektiğinin dersini her yeni bölümde verirken, sistemin yarattığı koşullar hırsın, paranın, şiddetin peşinden koşmamız gerektiğini emreder. Sistemin yarattığı canavar olan bizler, hayatın içindeki ideolojik inşa sürecine televizyonlarda izlediğimiz programlarla katkı sağlar, tecrit edilmiş olan o kimseleri hiç görmeyiz bile. Bu televizyonun yarattığı sanal dünyada da böyledir, gerçek hayatta da.
Leyla ile Mecnun ’un televizyonda gösterilen pek çok dizinin aksine, bir derdi var, bunu pek çok insan göremez. Onların derdi, hayatın ta kendisidir. Hayata tutunmaya çalışan insanların sesidir. Günümüzün site kültürüne inat, mahalle kültürünü ayakta tutmaya çalışırlar. Yapmak istedikleri hırs, para, şiddet düzenine ters düşecek biçimde, din eksenli bir toplum yaratmak değil, güven ve samimiyetle bir dayanışma kültürünü inşa etmektir. Toplumu kucaklayacağım diye büyük laflarla işe başlayarak, toplumu zıt kutuplara bölmezler. Aksine, mahalleden geçen tek bir kişiyi aralarına katarak bu işe başlarlar, yavaş ama sağlam adımlarla hareket ederler. Leyla ile Mecnun’un twitter hesabında da dendiği gibi: “Dizide tecavüz yok, şiddet yok, yasak aşk yok, cinayet yok, sadece AT var.” Yerseniz?
Kendine ait bir dili olan bu dizi, takipçileri dışındaki kimseler tarafından anlaşılmaz çoğu zaman. İşte takipçilerinin de mest olması bu yüzdendir. Konformist ve popülist laflardan arınmış, kendine ait kültürel bir kodu olan dizi! Bunun adı sanattır, mahalle kültürüdür, biz olmayı sağlayan şeydir. Leyla ile Mecnun, izleyicileriyle bir olabilmeyi başaran, dayanışma ve mahalle kültürünün yeniden inşa edildiği, farklılıklarımızla nasıl birlikte yaşayabileceğimizi gösteren bir dizi. Onlardan almamız gereken daha çok nasihat var! Leyla ile Mecnun’u anlamak, toplumsal barış ve huzuru aradığımız şu günlerde oldukça önemli.
* Dumlupınar Üni, Sosyoloji

Yorumlar

Popüler Yayınlar